Birlikte yaşadığımız bu dünyada, insanların temel
ihtiyaçlarını karşılamaları için yeterli kaynaklara ulaşması tartışmasız bir
gerçektir.
Söz konusu bu kaynakların doğru işletilmesi, adil olarak
paylaşılması ve dağıtılmasında sorunlar yaşandığı da bilinmektedir.
Artan Yoksulluk, işsizlik, suçlar bu paylaşımdaki adaletsizliğin
bir sonucu olduğu kadar, en temel insan hakkı olan yaşama hakkını her geçen gün
tehdit etmektedir.
Bu durumun karşısında Sosyal Politikalar ve Sosyal
Hizmetler, kişilerin sorunu çözme becerilerini geliştirebilmeleri, moral
bozukluğuyla streslerini azaltmalarıyla iyi ve mutlu olmalarını hedefler.
Özellikle İşsizliğin ve yoksulluğun azaltılması ve insan
haklarının yeterince hayata geçirilmesi, sosyal politikanın en önemli
amaçlarını oluşturuyor.
Toplumda gelirin adil olmayan dağıtımına hangi koşulda kişilerin
tahammül edebileceğinin belirlenmesi, yoksullukla sosyal adalet arasındaki
gerilimin azaltmaya çalışılması oldukça önemlidir.
Asıl önemli olanda, ülkemiz kaynaklarının vatandaşlar
arasında eşit bir şekilde paylaşımının sağlanması olası bir tartışmayı da
önleyecektir.
Öyle ise ülkemiz gündeminde ekonomi ve insanların
geçinebilecekleri bir ücrete kavuşmasıyla birlikte, Uygulanan Sosyal
Politikalar ve Sosyal Hizmetler öncelikli olmalıdır.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV)
Merih Celasun’a Saygı Günü programında Boğaziçi Üniversitesi Emeritus Profesörü
Ayşe Buğra’nın Sosyal Politika Düşüncesi İçinde ve İktisatta Yoksulluğa
Yaklaşımlar ve Eşit Yurttaşlık İdeali başlığıyla yaptığı konuşmasındaki,
‘Sosyal politika yeniden gündemde öncelik olmalı’ söylemi dikkatimi çekti.
Ayşe Buğra, “Salgın döneminde, sosyal politikaların geniş
anlamdaki önemi ve kaynak aktarılacak alan olarak görüldüğü bir dönemden,
istihdam oluşturan bir alan olarak algılandığı bir döneme geçildi. Yoksulların
etkilenmeden ve kapitalist yorumla eşitliği bozulmadan bir sosyal politika
olarak vatandaşlık geliri ön plana çıktığı bu dönem, hem gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde benimsendi. Vatandaş olan herkese bir gelir verilmesi ve gelir
düzeyi yüksek olanlardan vergiyle geri alınması yaklaşımı ortaya çıktı. Tarih
olarak, sosyal politika ve yoksulluk tartışılıyor. Tartışmada gelir azlığının
çokluğu gözlendi. Çalışanın yoksulluğu, atipik-esnek çalışma modellerinin
yaygınlaşması, KOBİ’lerin yaygınlaşması, üretimin çok merkezli hale gelmesi, iş
değiştirmelerin hızlanması gibi olgular yaygınlaştı. Çalışan ve emekli
yoksulluğu ile kayıt dışılık gibi ciddi sorunlar belirlendi. ILO’nun 2019
verilerine göre dünyada çalışanların yüzde 61’inin kayıt dışı, yüzde 50’sinin
de sosyal güvencesiz olduğu; düşük ve orta gelirli ülkelerde her 4 çalışandan
birinin, Avrupa’da ise yüzde 12’sinin yoksul olduğunu görüldü. Yoksulluk
çalışmalarında kriz dönemlerinde bir kırılma yaşanıyor. Yoksullar ‘Sahip
oldukları maddi, kültürel ve sosyal kaynaklar içinde yaşadıkları toplumun
asgari yaşam biçimini sürdürmelerine yetmeyecek kadar kısıtlı olan insanlar’
olarak tanımlanıyor” diyor.
Salgın ve ekonomik kriz dönemlerinde sosyal politikanın ve
kaynak aktarılacak bir alan olduğunun öneminin yeniden ortaya çıktığını anlatan
Profesör Ayşe Buğra, sosyal politikanın istihdam oluşturan bir alan olarak
algılandığı bir döneme geçildiğini hatırlatıyor.
Günümüzde birçok ülke eğitim, altyapı, sağlık, konut, çevre,
işsizlik, yoksulluk gibi sosyoekonomik ve sosyopolitik sorunları çözebilme
konusunda başarısız olmaktadır.
Özelikle Az gelişmiş ülkelerin sosyopolitik sorunlarını
çözmede yetersiz kalmasının nedenlerine bakarsak, çağdaş yönetim bilimine aykırı
kamu yararından uzak uygulamalar, ülkeyi oluşturan halka yeterince yatırım
yapılmaması, aşırı dış borçlanma ve ülke kaynaklarını sosyal alanda
iyileşmelere ivme kazandıracak biçimde kullanamayışları olarak sayılabilir.
Gelişmiş ülkelerde kabul gören; her şeyi üreten, müdahale
eden devlet yerine standartları belirleyen, kuralları koyan, etkili biçimde
denetleyen, tüm vatandaşlarına olanaklar sağlayan, ileri teknolojiyi kullanan
ve rant yaratan değil, bunu engelleyen devlet düşüncesi kabul görmektedir.
Devletin iki önemli görevi vardır. Birincisi devlet üretim,
ticaret, gelişme ve iller arası eşitsizlik açısından, kamu harcamalarını
yönetme, yönlendirme ve politik istikrar, eğitim, sağlık ve alt yapı
sağlayıcısıdır olmasıdır.
İkincisi ise oldukça önemlidir. Bölgesel eşitsizlik ve
gelişmişlik farkları, fırsat eşitsizliği, ekonomik ve sosyal güvencesizlik
açısından kapsamlı sosyal refah programlarıyla devlet; yeniden dağıtıcı rolüyle
yurttaşlarının talihini ve tarihini değiştirebilecek önemli bir güçtür.
Anayasa’mızda yer alan ve Sosyal Devlet anlayışına göre,
“Devlet, sosyal alana ilişkin işlevlerini olanaklar ölçüsünde yerine getirir”
hükmü dikkate alınarak, az gelirli, emekli ve yoksul olarak yaşayan
vatandaşların tamamını kapsayan sosyal politika düzenlemelerinin, insanların
asgari gereksinimlerinin karşılanması temelinde genişletilmesi yaşamsal bir
müdahale olacaktır.
Bu girişim, ülkemiz insanın ekonomik anlamdaki mağduriyetini
en aza indireceği gibi, gelişmeyi de sağlayarak sosyal kalkınmayı da güçlü bir
şekilde sağlayacaktır.
Bundan dolayı da artık, Sosyal politika yeniden ülkemiz
gündeminin öncelikleri içinde yer almalıdır.
Bu sağlandığı takdirde işsizlik ve geçinme derdi asgari
seviyeye inebilir diye düşünüyorum.
Ne dersiniz sizce de böyle olması gerekmez mi?
Yazarlar
Resim Galerisinden